1 Kasım 2022 Salı

Osmanın Ağacı Altında ve Imparatorluğun Açlıkla Imtihanı

Kitap: Osman’ın Ağacı Altında (Osmanlı İmparatorluğu, Mısır ve Çevre Tarihi)

Yazar: Alan Mikhail



10 senede yazılan bu kitap Mısır çevresel Tarihini Osmanlı hakimiyetinin olduğu döneme tekabul eden zaman dilimi içinde Nil havzasi ve çevresi özelinde okumaya çalışmış. Kitabin sondan 130 sayfasi notlar kısmına ayrılmış ki bu da kitabın yazım aşamasında yeterince doyurucu bir kaynakça ve inceleme geçmişi olduğunun göstergesi.

Şöyle bir söz vardır bölgede:

"-Dünyada kıtlık olsa Mısır tüm dünyayı doyurur, ama Mısırda kıtlık olsa tüm dünya Mısırı doyuramaz."

Bu sözün vurgulamak istediği şey şudur ki; Mısırda nil havzasında yapılan tarım öyle bereketli öyle çoktur ki Balkanlar, Karadeniz, Ege, Akdeniz, Anadolu, Afrika, Hicaz bölgesi, mekke yolunda olan Hacılar vs... herkes mısırda ekilen Tahıl ile doyar. Hatta dilimize de geçmiş "Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" deyimi de Mısırdan toplanan ürünün iskenderiyedeki dağıtım ağı olan Dimyatın stratejik önemini vurgular.

Kitaptaki Osmanın Ağacı başlığı, Imparatorluğu büyük bir ağaç ile sembolize ederek büyük bir Ekosistem olarak görmesinden kaynaklanır. Coğrafi olarak yakın ya da uzak olan tüm bağlantıları, ilişkileri ve etkileşimleri analiz eder.

Yazar haklı olarak Mısır tarihini bilmeden Osmanlı tarihini de anlayamayacağımızı iddia eder (aynı şekilde imparatorluk sınırına giren tüm bölgelerin tarihi için de aynı şeyi söyler) bir bölgedeki iklim değişıkliği, veba salgını, kıtlık, isyanlar vs. gibi değişiklikler tüm imparatorluğu etkiler.

Keza 1760 larda Mısır elitleri ayrılıkçı politikalar ile örgütlenmişlerdi. Onları başarılı kılan şey 1783 de Izlandadaki Laki Volkanının patlamasi ve bunun sonucunda atmosfere yayılan kükürt dioksitin etkisiyle hint musonlarının nil'e ulaşmasını engellemesi, muson yağmurlarını alamayan yukarı nil'in suyunun düşük olması, bunun sonucu oluşan kuraklık. Kuraklık sonucu kıtlık ve hayvan sayısının azalması ile iş gücü olarak insanların kullanılması, kölelik, ardından 1790 da büyük bir sel olması ve bu sel sonucu taşkınlardan kaçan farelerin çoğalıp ortaya çıkmasi ve farelerin taşıdığı Veba hastalığının görülmesi (öyle bir veba ki 3 günde öldüren cinsi ve günde iki bin kisinin öldüğü kaydediliyor) bu kargaşadan ve yönetim zaafiyetinden faydalanan elitlerin (vebadan dolayi her gün 2,3 kez osmanlı vali, paşa, kadı vs. değişiyormuş) köylüyü daha da ezip malına mülküne el koyup kendi topraklarını genişletip yeni güçlerini Osmanlıya karşı kullanmaları ile..... görüyoruz ki siyasi güç dengeleri aslında çevresel faktörlerle öyle içiçe ki, doğal ve çevresel faktörleri gözardı ederek osmanlı ile Mısır ayrılıkçı elitler arasındaki mücadeleyi anlamamız mümkün olmuyor.

19. Yy. girerken doģal felaketler duruldukça Mısır köylüsü yeni oluşmuş toprak ağalarına köle olduklarından Osmanlıdan yardım istiyorlar ve vali Mehmet ali Paşa artik ahali toprak sahiplerinin değil benim kullarımdır diyor. Buna çok sevinen halk eski toprak ağalarına çıkışıp "- biz artık sizin değil, paşanın kullarıyız" diye rahatlarlar ama bu sefer de yıl 1817 yi gösterdiğin Mahmudiye kanalının inşaası için toplanan yaklasık 80 bin köylü kötü çalışma koşulları nedeniyle heder olur. Öyle ki çalışma sırasında düşen inanlar daha ölmeden üstüne toprak atılıp geçilir.

Buraya kadar Laki volkanının patlaması sonucu olusan olaylar zincirinde hep kötüye giden bir resimle karşılaşsak da aslında laki volkanına kadar osmanlı yönetimi ile Mısır köylüsü ideal denebilecek bir diyalektik yakalamışlar.

Osmanlı devleti ile Mısır köyleri arasindaki merkez çevre iliskisinin, merkezi gücün çevreye baskı yapması şeklinde değil, çevrenin, yani Mısırın Merkezi, yani Imparatorluğu yönlendirmesi şeklinde olmuş.

Osmanlının Mısıra girdiği 1517 tarihinden itibaren bölge Osmanlının tüm idari ve iktisadi sisteminin merkezinde olan en mühim bölge oldu. Devlet bölgedeki köylünün deneyimine saygı duymuş ve yönetimde bölge köylüsünün hakimiyetinde olan bir siyasa belirlemis. Şeriye sicillerinden görüyoruz ki köylü devletin finanse etmesi ile kendi tarlalarına su taşıyan kanalları tamir ettiriyor, bentler inşaa ediyor, biriken alüvyon ve diger seyler temizleniyor vs... , onarım işleri için ise ücret alıyorlardı. Köylü yine kendilerinin faydalandığı iş için doğrudan istanbulla iletişime geçip mühendis desteği ve para alıp karşılığında da devlete vergi veriyordu. Mısır Tahılını hicaza doğrudan gönderirdi, anadoluya gönderdiği tahıl karşılığında mısırda olmayan keresteyi de karadenizden alırdı.

Nil sık sık yer değiştirdiği için taşkınlara göre bazan bazı tarlalar yok olur bazan yeni alanlar açılırdı, sürekli sınırların değişmesi hali sonucu Köylüler arasındaki anlaşmazlıklarda kadılar çoğunlukla köylüden yana taraf tutardı. Mısır ve Nil konulu davalar her daim kayıt altına alındığı için bu konuda çok fazla mahkeme kayıtlarımız varmış.

Sulama konusunda her köy Nil'in suyunu taşıyan kanalların kendi bölgesini temizlemekle görevliydi ve bu iş yapılmadığında diğer köylere su gitmez ve diğer köyler kadıya gidip şikayet ederlerdi. Devlet Mısır kırsalındaki su işlerindeki yetkiyi yerel topluluklar olan köylere devretmişti. Köylüyü mağdur edecek 2. 3. Kişilerin eylemlerini de ya kadı aracılığı ile ya da doğrudan istanbula mektup yazılması ile gideriyorlardı. Büyük çaplı sulama araçlarını kendi başına onaramayacak olan köylüler bu noktada da devleti kullanıyorlardı. Yani baskıcı bir bürokrasi yoktu tersine imparatorluğun sulama ağını köylüler yönetiyordu.

Mısır Siyasette Ekolojinin, Ekolojide de Siyasetin rolünü anlamak için dört dörtlük bir vaka çalışmasıdır yani.

Ormansız mısırda, Osmanın ağacının çok uzaklardan yansıyan gölgesinde, insanlar, hayvanlar, Nil, bitkiler, balçık, rüzgar akımları ve mikroplar, tevekkül, çatışma ve karşılıklı oluşum ilişkileri içinde bir birine örülmüştür. Bu kitap bu tarihin bir kısmını anlatmaktadır.

Herkese iyi okumalar 



Kitap: İmparatorluğun Açlıkla İmtihanı - Osmanlı Toplumunda Kıtlıklar (1560-1660)


Yazar: Zafer Karademir




Bu çalışma aslında 2015 senesinde Türkiye bilimler akademisi sosyal bilimler Mansiyon ödülü alarak akademik açıdan alanın en iyi çalışmalarından biri olduğunu kanıtlamış. Çalışmayı oluşturan kaynakların hem niceliksel hem de niteliksel olarak çokluğu ilk aşamada okuyucuyu büyülüyor. Dönemin yabancı elçileri, seyyahları, günlükler, seyahatnameler, edebiyat eserleri, Mühimme defterleri, Şerriye sicilleri, Tahrir kayıtları vs... çok boyutlu olarak hem devlet bazında tutulmuş kayıtlar, hem de halk bazında kayda geçmiş verileri birleştirerek kabaca16. Yy sonu ve 17. Yy başına tekabul eden dönemi sağlıklı bir şekilde anlamaya çalışmış yazar.

Öncelikle Darlık ve Kıtlık ifadelerinin farklı şeyleri kapsadığını belirterek ve kavramsal bir tanımlama yaparak başlıyor kitap. Daha sonra darlık ve kıtlığa sebep olan nedenleri doğal sebepler (aşırı soğuklar, seller, depremler, çekirgeler vs.) ve beşeri sebepler (doğal felaketlerin etkisini arttıran insan faktörleri) diye 2 ye ayırarak çalışmanın iskeletini oluşturuyor.

Herşeyden önce bir dönemi kapsayan Çevresel bir Tarih nasıl yazılır sorusuna ideal bir örnek olmuş diyebilirim. Keza siyasi tarih okurken genelde çevresel faktörlerin insan unsuruna etkisi ve insan unsurunun çevresel faktörlere etkisini es geçtiklerini görmek meseleyi de kapsamlı ve doğru anlamamızın önüne geçtiği için tarih bilincimizin de kısır bir şekilde inşaa olmasına neden oluyor diyebilirim. Sadece siyasi tarih gözlüğü ile baktığımızda 16. Yüzyıl kıtlıklarından birini ingilterenin fransaya nazaran neden daha az zararla geçirdiğini anlamamiz mümkün olmuyor. Devletlerin uyguladıkları politikalar ve yasalar çevre şartları ve insana etkisi konusunda ne kadar uyumlu olursa bu doğal etkenlerin negatif etkilerini o kadar minimuma indirme imkânımız oluyor.

Keza konumuza dönersek kitapta bahsi konu dönemde aslında tüm dünyada yaşanan (küçük buzul çağı etkisi ile) ardarda gelen kıtlık ve darlık dönemlerinde neden avrupa ülkelerinin çok daha büyük sıkıntı çektiği ve osmanlıdan yardım istediği halde osmanlı avrupaya nazaran bu dönemleri daha rahat geçirdiğini anlamak için çevresel tarih gözüyle dönemi okumak zorundayiz.

Öncelikle küçük buzul çağı dediğimiz döneme tekabul eden 16. Yy sonu ve 17. Yy başına denk gelen bu 100 yıllık sürede incelenen yukarda da bir kısmını saydığım kaynaklara göre anlıyoruz ki kitapta da sırasıyla sayılan doğal felaketlere karşı devletin ve insanın nasıl tepki verdigi yaşanacak dramatik sonuçları da belirliyor.

• Kıtlık zamanları için her daim dolu tutulan devlet ambarlarının devreye sokulması,
• Zahire ve Tohum yardımları
• Yapılan inceleme sonucu kişiye özel uygulanan vergi afları,
• Çiftçiye yeni topraklar açma,
• Daha çok gelir getiriyor diye tütün ekimine başlanan topraklarda tekrar buğday ekimine dönmek
• Vakıflar ve Imaretlere verilen destekler ve onlar aracılığı ile kıtlıkla mücadele çabası
• Ekonomide ve Üretimden dağıtıma kadar devletin etkin faktör olması ve İaşe tedarik dengesi
• Ülke içi ihtiyaç dururken sınır dışına satış yasağı
• Sabit fiyat belirlenip (narh) karaborsa, simsarlık gibi fırsattan istifade etmeye çalışanlara karşı gizli takip ve sonucunda suçlunun nikahının düşmesine kadar varan ağır cezalar.
• Büyük kitlesel yer değişimlere (göçler) devlet bazında müdahele edip hem şehirlerde birikmenin önüne geçmek hem de köylerin tarlaların atıl kalmasını önlemek için gruplara özel ortayol arama çabaları vs..

Velhasıl görüyoruz ki devlet bu dönemde uluslararası ticaretten tutun toplumsal hayatta aile içine kadar müdaheleci bir politika izlemiş ki aslında bu da kıtlık zamanlarında Osmanlı devleti sınırlarındaki halkın Avrupa halkına nazaran neden daha düşük oranda toplu isyanlara başvurduğunun da göstergesi. Batılı yazarlar müslümanların kaderci anlayışından dolayı isyan etmediklerini yorumlasalar da dönemin belgelerine başvurduğumuzda aslında durumun öyle olmadığını görebiliyoruz. Tabiki osmanlının sınırlarının genişliği göz önüne alınırsa hem devletin ulaştığı bölgelerde hem de ulaşamadığı bölgelerde devlet görevlilerinin de haksız uygulama ve kararları olmuş olsa da halkın en azından şikayet edebilecekleri ve yardım talep edebilecekleri kadılar aracılığı ile ulaşabildikleri işleyen bir devlet mekanizması vardı.

Devlet değil de Toplum gözünden döneme bakacak olursak özellikle bu dönemi daha da zorlaştıran şey aşırı soğuklar dışında, celali isyanları oldu. Devletin ulaşamadığı yerlerde üreten köylüyü mahveden Celali isyanlarına katılan kişilerle yine halk mücadele etmeye çalışmış başedemedikleri yerlerde toplu göçlerle topraklarını terkeden köylüler üretimin daha da azalmasina ve kıtlığın artmasına neden olmuşlar. Hakeza çok fazla bereketli toprak olmasına rağmen köylülerin ne de olsa fazla ekersem devlet el koyacak diye düşünerek sadece kendilerine yetecek kadar ekip biçmeleri ve israf içinde yaşanıyor oluşu da dönemin seyyahlarının gözünden kaçmamış.

Benzer şekilde devlet desteğine ulaşamayan halkın devletin sorumluluğunda olan bazı işleri (köprü tamiri, isyanlara karşı organize olmak, vs. gibi) toplu sorumluluk bilinci ile hareket ettiklerini de görüyoruz. Bazı devlet görevlilerinin devlet ambarlarındaki buğdayı karaborsada satarak zengin olmasını gördüğümüz gibi, ayni şekilde karaborsada kaçak yoldan pahalıya satılan zahireye ulaşamayan halkın açlıktan kırılmasınlar diye kendi parası ile yüksek ücretlerden alıp halka dağıtan devlet görevlilerini görmek mümkün oluyor. 

Toplu ölümler ve yamyamlık gibi unsurların da görüldüğü bu kıtlık dönemini, dönemin edebiyat ve şairlerinin dilinden de (temmuziye kasidesi vs. Gibi) aktaran yazar bence çok boyutlu, oldukça zengin kaynak taraması ile örnek bir tarih çalışması sunmuş okuyucuya.

Günümüz ekonomik krizi özelinde düşünüldüğünde de hem halkın hem devletin bu kitapta bize aktarılan dönemden oldukça fazla ders çıkarması gerektiği de aşikar.

Herkese iyi okumalar

7 yorum:

  1. Her ikisi de gerçekten çok kıymetli eserler ama ben ilkini pek merak ettim. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tavsiye ederim, ozellikle nerdeyse kaynakolmadan cumle kurmamislar desem yalan olmaz. Mumkun mertebe en objektif calismalardan ikisi

      Sil
  2. İlgi çekici ve değerli kitaplar. Genel olarak blogda bahsettiğiniz tüm kitaplar böyle.Hiç bu türde okumalar yapmadım, biraz başlamak lazım aslında, paylaşım için teşekkürler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Ömür kısa kitap cok, mümkün mertebe kaynak eserlere bakmaya çalışıyorum. Yeni ufuklar acan kitaplar tavsiye edebiliyorsam ne mutlu

      Sil
  3. osmanlı dönemi ilgimi çekmese de bu kitaplar özellikle ikinci benim için ilginç, severim böyle bilgileri. teşekkürler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ilgilenmek onemli. Bundan seneler once gorsem bunlari okumazdim galiba her seyin bir zamani var insan sevdigi konulara dalmali kendi okuma surecini kendi cizmeli.... o zaman okuduklarimiz cok daha anlam katar hayatimiza

      Sil
    2. tabisi, sosyal bilimler, tarih doğa çevre benim de ilgi alanım. bu konularda blogumda kitap başlığında çok kitap var.

      Sil

Yorumlariniz icin