Yazar: Sir Isaac Newton
Çeviren: Aytunç Altındal
16.yy sonu ve 17.yy başında yaşamış olan Newton her ne kadar matematiğin prensipleri gibi bilimsel eserleri ile tanınsa da aslında dönemin egitim almış tüm öğrencileri gibi dini bir temel eğitimden geçmiş ve hiristiyanligin içinde bulunduğu sapkınlıkları akıl ve tarih yoluyla görmüş biridir. Ücleme ve Azizliği reddeden Newton bu çalışmasında incilin son bölümünde bulunan ve doğu kiliselerinin kabul etmediği Yuhanna'nın Vahyi bölümünde eski ahitten Danielden ilham alınarak yazılmış kehanetleri tefsir eder.
Bu kehanetleri yorumlarken hıristiyanlığın hz isa'dan iznik konsili sonrasına kadar sürdüğü yolculuğu dinin geçirdiği degisiklikleri de tarihleyerek hurafelerin hiristiyanliga girisini anlatır. Mesela pagan halkın kutlamalarını aynen alıp hiristiyan isimleri vermek suretiyle halkın hiristiyanliga geçişini kolaylastirmak isterken şimdi kutladıkları hz isanin dogumu, yortusu vs... gibi bir çok kutlamanin aslinda bahsedilen içerikle alakası olmadığını kanıtlar. Bunun gibi Suretlere tapmak da hiristiyanliga sonradan pagan inançtan girmiş ve zamanla azizlik, şehitlik, papalık, vs. gibi kurumlarin dönemin şartlarına göre güç devşirmek için dine sokulduğunu olayları ve tarihleri vererek anlatır. Tabi bunlar vuku bulurken yapılan zulumleri ve savaşları da Danileden esinlenen Yuhanna'nın kehanetlerinin ortaya çıkmış olması şeklinde yorumluyor. Hatta kehanetlerdeki şeytanı temsil eden büyük Fahişenin Kilise olduğunu söylüyor.
Ayrıca kitapta toplumların göçleri ve savaşlarını öyle ayrıntılı paylaşmış ki zaten benim daha önce bildiğim üzere macarların türk oluşu, benim Newtondan yeni öğrendiğime göre de ispanyanin kuzey bölgesindeki Katalanların da türk oluşu gibi bizi doğrudan ilgilendiren bilgiler de mevcut. Türklerin müslüman oluşu ile kehanetlerde ki büyük canavara dönüşmesi bölümü benim de aklıma şunu getirdi ki; dünyadaki Türk kökenli toplumlarin sadece islamla şereflenenlerinin tarihe damga vurmuş olması.... Kehanetlerde ki canavarlar Newtona göre kiyamete kadar hukum sürecek devletleri simgeler.
Sahsen hiristiyan tarihine ve üslubuna, sembolik diline çok hakim olmadığım için okurken pür dikkat okumak zorunda kaldım. Hıristiyanlığı toplum ve tarih bilinci ile ele alan ilk bilimsel çalışma olması dolayısı ile Hiristiyan ve yahudi mitolojisine, eskatolojisine, sembolizmine ilgi duyan, hıristiyan tarihini okuyanlara ek bir kaynak olarak tavsiye edecegim bir kitap.
Düşünceler ve Duyuşlar olarak 2 bölüme ayrılan bu kitap tam olarak tasavvufi ve edebi bir dil kullanılarak yazilmistir. Kitabın 1965 yılında basılmış oldugu kullanılan kavramlara verilen afaki anlamlardan çıkarılabiliyor. Kitabi okurken hep felsefi bir tablo çikarmaya çalıştığım için hem çok yorucu bir okuma oldu hem de bir yere varamadım, keza bir yerde hareketi överken diğer bir yazıda tersini ifade edebiliyor. Belki de bunun nedeni farklı zamanlarda yazılan kısa yazıların derlendiği bir kitap oluşudur.
En kaba şekilde kitaptan çıkarabileceğim ana unsurlar
Hürriyet hareketle birlikte doğar. Varlık da hareket ile beraber varolmuştur. Hür hareket arzukarla alemi kendi hareketine bağlamak değil, alemin dileğini kendi dileği yapmak, yani alemin külli varlığına bağlanmak. Kendi varlığını kainatın bütününden koparmak ise kötülüğü doğurur. Baglandigimiz sonsuzlukdan aldığımız kuvvet ve ibretle ferdi alemimize dönüş ile bunu içsellestirmemiz düşünceyi doğurur. Gercek dusunce alemle yakinlasmadir.
Buraya kadar paganların doğa ile uyumlanma ya da Mevlananın tek olanla bir olma yolculuğuna benzer bir hareket anlayışı görüyoruz ama daha sonraki yazilarda hızla bedeni, akli, dünyayı, yani bilme imkanimiz olan tüm temeli ayağımızın altından çekip, bütünden ayrılıp tamamen sufi ve tasavvufi olan bir alana kayıyor.
• Yazarin hıristiyan teolojisindeki ruh-beden dualizmini kabul etmesi,
• Beden ve Akildan kurtulup Kalb! ile tek olana varmak. (Kalbin ne olduğu konusunda bir açıklama yok)
• Çile mefhumunu ruhun yücelmesi için şart koşmak
Gıbı burda sadece anladığım bazı görüşlerinin çok afaki olduğu ve okuyucuya edebi doyum dışında hiçbirşey demediği, söylemlerinin hissi mefhumlarda kaldığını düşünüyorum. Yazarın tam olarak ne demek istedigini de anlamadığım bir cok bölüm de oldu.
Mesela "Tövbe aklın sapkınlıklarından kurtularak kalbe sığınmaktır" diyor yazar ama akildan ne kastettiği kalbin ne olduğu gibi konulari herkes kendi zihnindeki anlam dunyasi ile farkli sekillerde tamamlamasi gerek. Kaldi ki Allahım bizden istediği tövbe kendi içinde tövbesi yapılan günahın nesnesi olan diger insanlardan da özür dilemeyi ve geleceğe dair plan yaparak o hareketi tekrarlamama iradesini de icinde barindirmak suretiyle aklı da kapsayan bir şeydir. Velhasıl bu kadar ayrıştırıcı bir dille varlığın bütününe varmaya çalışmak bir tezat oluşturuyor. Bir de ne olduğunu tam olarak anlayamadigimiz Ruh yine ne olduğunu tam olarak anlayamadığımız kalbde bulunuyor.
Ez cümle bir yanlış yapıp tasavvufi bir eserde felsefi dayanaklar aradığim için "ama!, nasil böyle oldu!, bu ne anlamda ki şimdi!" gibi cümleler eşliğinde okudum kitabı.
Çok kapsayıcı, rahatlatıcı, insanin hislerini uyandıran bazan de kendini izole ederek kötü gördüklerimizi kendimizden ötekileştiren bir dille içimizdeki öfkeyi yatıştırıcı, her ne kadar kavramlar zihinde tam oturmasa da verdiği somut örneklerde son derece haklı olan bir kitap. Yine de Sezai Karakoç'da ki "Buğday ekmek ve biçmek, çocuk büyütmek en güzel Dualardandır" sözü kadar islamin varlığı bütünleştirici yanını bu kitapta yansıtan böyle naif bir taraf bulamadım.
Merhabalar.
YanıtlaSil"Kutsal Kitabın Yorumu" ve "Var Olmak" isimli kitaplar üzerindeki inceleme çalışmanızı bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederim. Emeğimize ve yüreğinize sağlıklar dilerim. Her ne kadar ruh ve kalp ilişkisini açıklamaya çalışsalar da, ne ruhun ne de kalbin sırrına erişmek mümkün değil.
Selam ve saygılarımla.
Blogunuzu takipteyim bloguma beklerim reklama tıklarsanız sevinirim
YanıtlaSil