Kitap adı: Dünya Benimdir. Avrupa Ekolojik Emperyalizmi 900-1900
Yazar: Alfred W. Crosby
Yazar bu kitapta Avrupanın 1900 yılına kadar gördüğümüz emperyalist yayılımının dinamiklerini anlamaya calısmıs. Kitap Pangea denen kara kütlesinin birbirinden ayrılarak oluşturuduğu bitki, hayvan, insan tür ve topluluklarının farklılıklarını özetleyerek başlar. Insanın birbirinden ayrılmış olan kara kütlesinde genelde yaya olarak yayılmaları ve bunun sonucunda oluşturdukları farklı biyolojik ve kültürel faunayı anlatarak giriş yaptıktan sonra Avrupanın Kanarya adalarındaki yerlilerle baslayan ilk Emperyalizm deneyimlerini örnek alarak daha sonra ordaki şablonu karşılaştıkları diğer afrika, amerika, avustralasya vs. gibi bölgelerde de uyguladıkları tarihi süreci okuyorsunuz. Ozelllıkle yazar eski kıtada yasayanlara avrupalılar, günümüz amerıka ve avustralya gibi işgal edilen topraklarda yaşayanlara da yeni avrupalılar kavramlarını kullanıyor keza günümüzde oralarda yaşayan insanlar da yerlileri bir sekilde elimine eden avrupalıların genetik torunları.
Kitap Avrupa emperyalizminin başarısız olmuş 2 örneği ile kendini geliştirdiğini iddia eder. Mesela iskandinavyadan ve grönland uzerinden güney amerikadaki Vinlanda yerleşim konusunda gemilerin henüz teknik olarak gelişmiş olmaması dolayısıyla (mesela kare yelken değil, müslümanların üçgen yelkenini alana kadar) bu gidiş gelişlerin sürekli olmaması, güven vermemesi ve hakim soğuk iklim dolayısıyla yerleşimi kolaylaştıracak tarım yapılalaması gibi nedenlerle Vinland macerası kısa süreli olmuş ve emperyalist bir yayılım gercekleşmemiş. Aynı şekilde haçlı seferleri ise daha olumsuz bir ornektir çünkü vinland macerasında en azından iskandinavyayı ele geçirmiş olsalar da haçlı süreci sonunda daha önce ellerinde olan rodos ve kıbrısı da kaybetmişlerdir. Avrupalılar Levant dedikleri doğu akdenizden kutsal mezarı müslümanlardan kurtarmak için çıktıkları haçlı seferlerinde güçlü bir kültür ve birleşmiş bir siyasi güç ile karşılaştıkları için başarılı olamasalar da gemi tasarımı ve yelken donanımını ordan aldıkları bilgiler ile geliştirdiklerini biliyoruz. Avrupalılar kanarya adaları, amerika ve avustralasya gibi bölgelerdeki yerlilere taşıdıkları hastalıklar ile o bölgedeki insanların nüfusunu nasıl kırmışlarsa aynı şekilde haçlı seferleri sırasında doğuakdenizden aldıkları yeni hastalıklar haçlı nüfusunu kırmıştır. Keza o dönemler vebanın akdeniz versyonu mesela avrupada bilinen vebadan çok daha güçlüydü. Müslümanlar bu tarz hastalıkları tanıdıkları ve savunma sistemleri buna gore şekillenip güçendiği için etkilenmezken, hırıstıyanlar yolculuğun ve kötü beslenmenin de verdiği şartlarda bu hastalıklara karşı daha savunmasızlardı. Bu konu özellikle Avrupanın dünyanın diğer bölgelerde sahip olduğu zaferin ana etkenlerinden de biridir.
Bu iki başarısız örneğinden sonra özellikle Fortunate adaları denen kanarya adaları bölgesinde Avrupa emperyalizmi daha sonraki işgal politikalarını da belirleyecek olan ilk başarılı örneğini vermişti. Burdaki adalardan birinde yaşayan ve dünyanın geri kalanından kopuk olan Guençeler ilk gelen avrupalılara orda ticaret yapmalarına izin verecek kadar misafirperver davranmış olsalar da avrupalılar ordaki yerlileri asarak savaşı başlatmışlar.
Adalardan bir diğerinde yaşayan Gomera halkının büyücüsü mesela tanrının beyaz bir eve geleceği ve kendilerinin de ona karşı savaşmamaları gerektiği yönünde bir kehanette bulunarak daha üstün olta iğnesi yapan avrupalıların daha üstün bir tanrıya işaret ettiğini söyleyerek teslim olmalarını tavsıye edıyor ve Avrupalılar burayı savaşmadan alabiliyor
Belli ki yerli halkın kültürel olarak zihinleri karıştırılıp yeniden düzenlenerek hıristiyan inancına ait kehanetler sızdırılarak din adamları aracılığı ile zayıflatılmış olmalılar. Keza Guençe halkında da 1400 yılına tarihlenen (uydurulan) sözlü geleneğe göre meryem ana Guençe çobanlarına görünmüş. Keza daha Avrupanın istilası başlamamışken burda Meryem ana ayinine katılan ilk kişi çocukken avrupalılar tarafından kaçırılıp çevirmen olarak eğitilen bir Guençeydi. Anlaşılan özellikle dağlık alanlara saklanabilen ok ve çesitli öldürücü yerel aletleri ustalıkla kullanabilen yerlilerin yaşadığı Kanarya adaları özelinde Avrupalıların silahları cok da avantaj sağlamıyordu. Savaşı Avrupalılara kazandıran asıl şey halka yedirdikleri inançlar, Avrupalılardan gelen yerli halkın alışık olmadığı hastalıklarla nüfuslarının kırılması sonucu düştükleri derin ümitsizlik oldu.
Kanarya adaları Avrupalılara cok sey öğretmişti Avrupalılar rüzgarlara hakim olmayı öğrenıp daha uzun mesafelere açıldıkça mesela yeni zelendaya kadar giden kaptan cook Kanarya adalarında yaşadıkları zaferi örnek alarak yeni zelandayı da cok kolay avrupalılaştırabileceklerini söylemişti ama yeni zelandada durum biraz daha farklı ilerledi. Her şeyden önce avurtralasya çok uzaktı, gidiş gelişler uzun sürüyor pahalı ve güven vermıyordu. Yeni zelandada baslangıçta bir savaş olmadı halk kendisi avrupa ile işbirliği içinde ticaret yapıyorlardı, her ticaretin karşılığında özellikle silah almaları dikkate değer bir durum. Zamanla avrupalıların istekleri arttıkça ve okuma yazma öğrenen bazı yeni nesil avrupalıların kanun ve anlayışlarına hakim oldukça tehlikenin farkına vardılar. Yeni zelandalı Maoriler kiliseye gittikçe, okudukça, öğrendikçe, sürekli hareketsiz kalıp savaş yeteneklerini kaybettikçe, ingilizlerin kendilerini daha da fazla işgal ettiklerini farkediyorlardı. Onlar avrupalılaşmak için uğraştıkça, kendilerine yabancılaştıkça savaşı kaybetme hızları artıyordu.
Zamanla kendi ülkelerini kurup avrupalılara karşı çikmaya başladıkça çatışmalar başladı. 19. Yy la kadar avrupalılara ait okyanus ötesi hastalıklar ülke içlerine yayılana kadar mücadele etseler de bir dönem geldi hastalıktan nesillerinin devam etmeyecegini düşünerek mücadele etmek için bir neden göremediler. Kendilerini içki ve fuhuşa vererek hastalığı ve ölümü beklemeye başladılar. Hatta ingiltereden yenizelandayı almalarını bile istediler ve anlaşma yoluyla ingilizler burayı aldıktan sonra gemilerle bir çok ingiliz buraya yerleştiğinde yanlış bir karar verdiklerini anladılar. Hatta halk arasında Ingiliz faresi Maori faresini yokettiği gibi ingilizlerin de kendilerini yokedeceğini anlatan söylenceler gelişti.
Evet dışarıdan gelen bitkiler, hayvanlar, hastalıklar yerel fauna ve florayı bozmuş ve yerli halkı kırıp geçirmiştir ama günümüzde yerlilerin tüm umarsızlıklarına ve ümitsizliğine rağmen hepsi hala yaşamaya devam ediyor. Avrupalılar yenı zelandada gelişmiş teknolojileri ile kazanmadılar. Özellikle kadınların cinsel paylaşım öğesi olarak görülmesi (zührevi hastalıklar), içkiye düşkünlük gibi insanı uyuşturan bir hayat şekline sahip olmaları ve bunlarla gelen hastalıklar sonucu daha da fazla ümitsizliğe düşmeleri, ümitsizlendikçe hastalıkların yayılmasının artması vs…. Avrupalıların Maorilere karşı asıl gerçek silahı bunlar oldu.
Afrikanın avrupalılaştırılmasının neden mümkün olmadığına gerekçe olarak özellikle avrupalı insanın alışık olmadığı bir türde iklime sahip olmaları gösterilebilir. Buraya gelen avrupalıların ekinleri çürüyor, tanımadıkları böceklere yem oluyor, hayvancılık için uygun otlaklar yok ve işin sonunda buraya yerleşen ilk avrupalılar amaçsızlıktan öldüler diyor yazar.
Amerika kıtası da benzer bir sekılde Avrupalılaştırıldı aslında. Hıkaye, yöntem hep benzer bir şekilde uygulanmış. Mesela şuan dünya gıda stokunun büyük bölümü güney amerika ülkelerinin tarımına bağlı olsa da ironik bir şekilde güney amerika ülkeleri fakirken üretmeyen kuzey ülkeleri daha zenginler. Güney amerika artık ürün satmıyorum, tarımı bırakıyorum kendime yetecek kadar üreteceğim dese dünya aç kalacak durumda.
Ben her ne kadar burda çok bahsetmesem de eski dünya hayvan ve bitki türlerinin yeni gidilen topraklarda “Avrupalı insanın yerli insanı yoketmesi" misali yerli bitki ve hayvan türlerinin de yeni gelen daha güçlü türlerin yanında hızla gerıleyıp yok olduklarını da yazar kitapta uzun uzun anlatıyor.
Yazı yine yeterince uzun oldu. Avrupanın emperyalizm tarihini çevresel tarih altyapısı ile okumak ısteyenler için doyrucu bir kaynak.
Kitap adı: Çevre ve Iktidar "Global bir çevre tarihi"
Yazar: Joachim Radkau
Alman yazar Radkau yazdığı çevresel dünya tarihi denemesinde insan ve doğa ilişkisini iktidar başlığı ile ele almış. Siyasetin ve iktidarların bu konularda belirleyici bir aktör olduğunu kitap boyunca gözler önüne sermiş. Insan ve toplumun icinde bulundugu cevre ile (su yönetimi, hava kirliliği, enerji sorunu vs gibi) mecburi ilişkisini yerel ve global politikalar ile surdurulebilir kilmaya calismasini oldukça doyurucu bir sekilde sunmus yazar. Global cevre politikalari tum dunyayi etkisine alan ozon tabakası, buzullarin erimesi, aşırı karbon salınımı vs gibi sorunlarda işe yarar gibi görünen politikalar uretselerde bu politikalar bazi durumlarda yerel çapta düşünüldüğünde ya uygulanmasi gercekci olmayacak sekildedir ya da yerel çıkarları gözetmezler. Yerel çevre politikaları da tek basına düşünüldüğünde ozellikle sınır dışını da etkileyen meselelerde yeterli olmazlar. Bu nedenle yazar, isin sonunda konu çevre olduğu zaman kuresel politikalari elestirir; genellikle kuresel girisimler farazi tehditleri uygulanamaz önlemlerle savmaya calisarak realitede bir işe yaramayan toplantilara donmustur. Tersine yerel ve kısa vadede kendini hissettiren cevresel sorunlara uygulanabilir kolay çözümler üretmenin daha verimli sonuçlar doğuracağını savunur.
Kitap boyunca nerdeyse! tüm dünyadan örneklerle devasa bir çevre tarihi okuruz mesela:
Güney amerikada at ,öküz, inek gibi koşum hayvanlarının olmayışı tekerlekten haberdar olan maya aztek gibi medeniyetlerin tekerleği anakara medeniyetleri gibi kullanamayıp daha farklı bir gelişim takip etmesine neden oluyor.
Venedikdeki lagünlerin hastaliklari (sıtma) tetiklemesi yuzunden vakti zamaninda şehrin ileri gelenleri tarafindan yapilan oylamada tüm venedik halkinin topluca romaya göç etmesi sadece 1 oy fark ile reddedildikten sonra lagünleri kurtumayı da reddedip lagünler ile birlikte yasayarak edindikleri deneyimler ile Avrupadaki diger ulkelere su yonetimi konusunda cok erken bir donemde cok sey öğretmislerdir. Hollandanin bir su ulkesi olusu hidrolik teknolojisinde cok daha erken uzmanlasmalarina ve ulkenin parca parca sular arasina dagilmis olmasinin da hollandanin daha sonradan edindigi ozgurlukcu yapisina katkida bulundugu açıktır. Almanyanin diger ulkeler gibi somurecek ya da göç edecek somurge ülkeleri olmadığı için orman politikalarinda cok daha erken zamanlarda kendilerini gelistirmeleri ve icinde yasadiklari dogayi surdurulebilir kilmalari gerektigini cok daha erken bir zamanda farketmis ve ozellikle geri donusum ile bunun icin mucadele etmis olmalari bir cevre tarihcisi icin sasirtici degildir. Almanyada başka ülkelere kereste satmak uzun süre vatan hainliği ve ahlaksızlık olarak nitelenmiştir. Özellikle kapitalist yayılmacılığın başlangıcında alman işçilerin lanet kanaatkârlığından! Şikayet edilir.
Kaka (gübre) meselesinin mesela dunya tarihinde bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum.
Gübre ihtiyacinin bir döneme damgasini vuran siyasi sonuçları da cevre baglantili iktidar sorunlari yaratmıştır. Öyle ki avrupaya marti gubresi toplayip satan şili ve peru arasinda gübre meselesi bir krize donmus. Gübre özellikle 18. Yy da öyle önemli bir noktaya varmış ki almanyada halk arasinda "wo mistus, da cristus", "gübre nerdeyse Isa ordadır" şeklinde bir deyim turemis. Daha sonra da "Heimat /Yurt" kavramı dahilinde milliyetçi bir motivasyon ile hitler zamaninda bile Almanya çevre politikalarinda nispeten başarılı olmuştur.
Japonyada ise geri dönüşümün tamamlanması için japonlar evlerde yedirip içirdikleri misafirlerinden tuvaletlerini yapıp gitmelerini istemek gibi bir gelenekleri varmış. Irlandanın monokültür tarım sonucunda patates kıtlığı yüzünden ülkenin buyuk bir kısmı ya ölmüş ya da amerikaya büyük bir göç hareketi başlamış. Irlandadaki ingiliz etkisi ve dilin ingilizce etkiye açılması da patates kıtlığını takip eden diğer önemli etkilerden biriydi. Tibetin 70 lerde çicek çocuklar denen hippilerin akınına uğradıktan sonra cennet şeklinde tasvir edilen doğası kısa bir süre içinde cehenneme dönerken aynı üretmeyen ama her bulduğunu tüketen turistlerin komşu doğal güzelliklere göz dikmesi sonucu phuket de tibetle ayni kaderi paylasmamak icin turistlere kapisini kapayan disa kapali bir siyasi izlek takip etmek zorunda kalmis.
Çin doğa konusunda en başarılı ülelerdendir, öyle ki çini kuran ilk efsanevi imparatoru halkini bir taşkından kurtamıştır.
Çeltik tarımının yaygın olduğu Çinde erozyono uğrayan topragı aşşağıdan tekrar dağlara taşımak ve yılda bir kaç kez multikültür ekim ve biçim işini halletmek zorunda olan çinli çiftçilerin tarlalarda herdaim çalışacak işçi ihtiyacından dolayı nufusu yüksek tutan politikalari son yüzyılda tarimi birakip sanayilesmeye yönelince degisti. Atıl kalan çeltik tarlaları yok olmuş ve eldeki yuksek orandaki nufusu doyuracak başka bir yol olmadigi icin nufusu dusurmeye yonelik siyasetlerin hayata gecirilmesi gerekmistir. Yine de çin kaynakların azaldığı dönemde bile kapalı bir sistem olarak herkesin açlık sınırında beslenmesi yoluyla halkını hayatta tutmayı başarmıştır. Bu anlamda avrupa ulkeleri sinifta kalmis, kitlik zamanlarinda genellikle ürünü saklayip halkin çoğunun ölümüne sebep olmuşlardir. Çin bu örnekte olduğu gibi diğer bir çok alanda aslinda ornek bir ulkedir. Bir çok medeniyetde toprağı maximum kullanip kalabaliklastikca artik toprak nufusu kaldiramaz ve verimsizlesir, medeniyet çöker ve oranın insanları yeni ve verimli topraklara göç ederler. Ama çin yine benzer süreçleri yaşamış olsa da bunu kendi içinde halledip, surekliligi saglayip yeni yerlere göç etmeden hayatta kalmayi basarmistir.
"Her ne kadar Avrupa pek çok insanın gözünde muhteşem gibi gözükse de gerçekte aynada kendini turp gibi gören fakat veremden mustarip bir insan durumundaydi. Tahrip edici sömürü, tarlaların katli anlamına gelen doruk noktasına kuzey amerikadaki çiftliklerde ulaştı. Fakat Avrupanin örgün tarımı olarak nitelenen durum aynı zamanda bir tür soygundu. Sadece daha incelikliydi. Sahte-bilimsel yalanlar yumağı ile perdelenen ve kendini kandirmayla surdurulen bir soygundu. Çin dışında tarihteki bütün yüksek uygarlıklar istisnasız topraklarının kendi kendilerini tüketmesinin kurbanı olmuştu." S: 21
Insanın doğaya muhtaç oluşu sadece tek tarafli ve soğuk bir alışveriş degildir aslında. Grekce physis (genişleme) kelimesinden türeyen doğa, doğurganlığı ile herzaman hayat verendir. Her insan doğayı sever öyle ki ortaçağ Bilimleri uzmani Ernst Schubert doğanın güzelliğine yönelik duyguyu bir "Antropolojik sabit" olarak niteler. Insanin biyolojik tabiati özelinde doğa ile ortak ilişkisini inkar etmeye çalışmak zihnin beden ile ilişkisini inkar etmek kadar saçmadır.
"Çevre tarihi insan deneyiminin tarihi ile insan doğası buluştuğunda, insanlığın bütüncül tarihi haline gelecek biçimde genişler." S:32
Insanın doğa ile ilişkisi münzevi deneyimlerle zirveye ulasması dolayısıyla da bireyselliğin ilk adımıdır.
"Toplumlar daha karmaşık hale geldikçe kendi içlerine daha fazla gömülür ve doğal gerekliliklere karşılık verme kabiliyetlerini yitirme tehlikesi de bir o kadar artar."
Toplumsallaşma ile doğal gerekliliklere cevap verme kabiliyetimizi yitirmemiz sonucunda insanligin baslangicindan bu yana farkli zaman ve mekanlarda dahi olmus olsak da benzer hatalari yapip benzer sorunlarla boğuşmuşuz. Son yüzyılda farklı olarak bu sorunları yerelde değil, küresel çapta yaşıyoruz cünkü kapitalizmin yok edici etkisi tüm dünyayı ele geçirmiş durumda. Yerel bolgeyi kaybettigimizde göc ederek bir şekilde hayatta kaliyorduk ama kuresel çapta bir kayıpdan sonra hayatta kalmak için göç edecek başka bir yerimiz de olmayacak.
Kitaptan alintilayacak bir düzine daha mesele olmasina ragmen yazi çok uzadığı için devam etmiyorum.
Ayrica yazarin kucuk bir iki tane hatasini yakalamis olsam da dunya capinda bir tarih yaziminin zorlugunu dusunerek bilgisizligine veriyorum.
(Mesela kurandaki eyke halkinin gelen resulleri inkar etmesini söyleyen ayeti elindeki almanca cevirisinden eyke halkini orman halki olarak gostererek. Islamin bir çöl dini olduğunu, eyke gibi ormanlarda yaşayanların bu dine uygun olmadigini kuranin da ifade etmis oldugu gibi sacma sapan bir baglantiyi keske kitabina koymadan once biraz daha ayetlere bakinsaydi diyorum. Sanirim kuranin fihrist bolumunu acip orman kelimesi gecen yerleri aramis ve waldbewohner diye cevrilen bir kelime bulunca sadece cimbizla onu cekerek biraz rezil olmus)
Çevresel Tarih perspektivinden bakan Radkau ya da Ponting'in dünya tarihi kitabi gibi eserleri özellikle günümüzde herkesin okumasının gerekli olduğunu dusunuyorum.
Merhabalar;
YanıtlaSilNeden okuma listesinde yazilarim gorunmuyor yayınınıza yorum yapacaktım kapalı orası. Bu sorunun çözümü hakkında bir yayın hazırlıyorum bir kaç kişide daha bu sorun vardı düzelttim. Dilerseniz bana ulaşın ben yardımcı olayım size. Konuyu da detaylı olarak blog adresime ekleyeceğim.
Teşekkür ederim, siz bana yazdikran sonra sayfaniza gelip sizin blogunuza yorum olarak yazdim, baska turlu size nasil ulasirim bilmiyorum.
Silikisi de iyi kitaba benziyor, iddialar ve bilgiler, ilk kitap daha ilginç duruyor, teşekkürler :) üstte yorumdaki durum senin çözülmüştü değil mi ? blog detektifi görür zaten senin yorumu :)
YanıtlaSilTesekkur ederim, evet gordu hemen sagolsun. Umarim cozulur bir an once
Sil