1 Haziran 2022 Çarşamba

Çevresel Tarih - Donald Hughes ve Dünyanın Yeşil Tarihi - Clive Ponting

 

Kitap Adı: Çevresel Tarih Nedir?

Yazar: Donald Hughes 


Yazar, Lisansını Bilyolojide, yüksek lisansını Bilim tarihi alaninda yapmis. Halen Denver Üniversitesinde Çevresel Tarih çalışan, nispeten yeni olan bu alanda başarılı işlere imza atmış ve birçok ödülü olan Hughes, bu kitapta aslında Çevresel Tarih alanında okumak, çalışmak isteyen okuyucuya, öğrenciye, araştırmacıya vs. bir klavuz hazırlamış denilebilir. 


Metodik rehberlik, kaynak taramasi nasil yapilir, hangi ulkede bu alanda kim hangi makaleyi yayimlayip hangi calismalari yapmis, yeni olan bu alanda yapilabilecek muhtemel hatalar, hangi tarihi veriler degerlendirilir hangisi yanilticidir, tarihe cevresel faktörleri ekarte ederek bakmanin getirdigi yaniltici yonelim ve bu alanin gelismesinin hem akademiye hem dunyaya getirecegi pozitif etkileri vs... gibi bir çok temel konuda okuyucuya hem kisa bir bilgi vermis hem de bilgi veren diger litaratur kaynaklarını siralamis. 


Özetle: 


Çevresel Tarih insaoğlunun içinde yaşadığı, üretimde bunduğu ve hakkında bir takım düşüncelere sahip olduğu doğa ile ilişkisini zaman içinde geçirdiği değişimlere vurgu yaparak anlamaya çalışan bir tarihyazım şeklidir. Çevresel tarihçiler birey ve toplumların doğaya olan bağımlılığına ve bu bağımlılık sonucu gerek doğada gerekse bireysel toplumsal hayatta çeşitli değişikliklerin meydana geldiği olgusuna tarih yazımında daha sık vurgu yapılması gerektiğini düşünürler. 


Kitap, Çevresel tarihe giriş yapmak isteyenler için bir nevi el kitabı mahiyetinde olduğu için kaynak eser mahiyetinde muhafaza edilebilir diye dusunuyorum.


Kitap Adı: Dünyanın Yeşil Tarihi - Çevre ve Büyük Uygarlıkların Çöküşü

Yazar: Clive Ponting 


2020 de vefat etmis ve Toynbee gibi devlet memurluğu geçmişi olan ingiliz yazar Clive Ponting, bu kitapta "kabaca" Çevre Tarihinin nasıl yazılacağını okuyucuya göstermis.


Kitap Paskalya Adasından Alınacak Dersler başlığı ile aslında oldukça güçlü bir giriş yapıyor. Paskalya adasi sakinlerinin zamanina göre oldukça yüksek bir gelişmişlik seviyesine sahipken, adayi çeşitli motivasyonlarla (dini, sosyal, siyasi vs..) nasıl yok ettiklerini, bu aşırı tüketimi belli bir eşik geçildikten sonra durduramayip adada hiç gıda kalmayınca yamyamlığa kadar nasıl düştüklerini ve hatta zaman sonra eski medeniyetlerini hatirlamayan ilkellere dönüştüklerini (ilerlemeci değil, döngüsel tarih anlayışının bir örneği olarak) kapali bir sistem olarak okyanus ortasi bir adada oldukca net bir sekilde görebiliyoruz. Ve paskalya adasini yine kapali bir sistem olan dünyaya benzetmemek mumkun görünmüyor. Bu nedenle paskalya adasindan alinacak dersler baslığı çok önemli... Ciltlerce kitapta anlatilabilecek hakikatleri bir örnekle bize apaçık sunuyor paskalya adasi ve maalesef ayni hataları tekrarlayarak benzer bir sona doğru ilerliyoruz. (Paskalya adası hakkında Diamond'un Çöküş isimli kitabına da bakılabilir) 


Kitabin devaminda, çevresel tarih konusuna girerken öncelikle bahse konu meselelerin vuku bulduğu mekâni yani dünyanin, kıtaların, toprağın, denizlerin vs. oluşumunu konu alarak, aslında çevre tarihinin insanoğlunun ortaya çıkmadan öncesini de kapsadığını göstererek sağlam bir giriş yapmış. 


"Toprak ekosistemlerden doğar; Yaşayan bitki ve hayvanlar tarafından yaratılnıştır. Bereketli ve verimli kalabilmek icin de bitki ve hayvanlara muhtaçtır. Ilk yaşam türlerinin denizde ortaya çıkmasından önce hiç toprak yoktu. Dunyadaki butun kaya parçaları çıplak, aşınmış kayalardan ve çöllerden oluşuyordu. Binlerce yıl süren biyolojik, kimyasal ve fiziksel süreçler sonucunda topraklar oluştu. Kayaların kuçük parçalara ayrılmasıyla ve bu parçaların ölmüş bitki ve hayvan kalıntılarıyla birleserek daha büyük bitki ve ağaçların yetişebileceği ortamlar sağlamasıyla ekosistemler en gelişkin düzeylere ulaşti. Verimlilik; bitki örtüsünün, mevcut toprağin, çürütücü maddelerin varlığının ve diğer çevresel etkilerin (yagmur miktari ve sicaklik) birbirleriyle etkilesimi sonucu ortaya cikan aktif bir surec sonucunda olusur ve korunur. Butun bu surecler dunyanin farkli bolgelerindeki cesitli toprak turlerini gezegenin en karmasik canli sistemlerinden biri haline getirir. Iliman bir bölgedeki topraklarin yalnizca yarim hektarlik bir bolumunde bile tek bir turden yaklasik bir milyon bakteri, yuzbin maya hucresi, ve elli bin mantar barinir." S:18 


Daha sonra insanoğlunun tarih sahnesine çıkışında avcı-toplayıcı dönem, ilk büyük değişim olan Tarım devrimi!, nüfus artışları sonucu toprağa aşırı yüklenme ile gelen kıtlıklar sonrası yokoluşlar ve hayatta kalma örnekleri, Dünyanın yağmalanması sonrası adaletsiz paylaşım ve akabinde hastalıklarin ölümlerin hikayesi, 2. Büyük değişim olarak yenilenebilir enerji kaynaklarından (kereste) yenilenemez fosil kaynaklarına geçiş, madencilik ve yeni teknolojiler ile dünyanın daha da kirlenmesi, buyuk şehirlerin oluşumu ve küresel yeni bir adaletsizlik formu olarak kapitalist sistemde dünyayi yok etme üzerine günümüzde nasıl yarıştığımız gibi kabaca bir cok başlık bence oldukça doyurucu bir şekilde ve özellikle savunmacı bir dille degil, tarafsiz bir uslup ile okuyucuya aktarilmis. 


Avcı-toplayıcı grupların sanıldığı gibi maximum düzeyde doğa dostu bir hayat tarzlari olmadıgını görüyoruz. Mesela avlanma sırasında hayvanları sürü halinde telef edecek şekilde onları korkutarak uçuruma sürükleme yöntemi kullandıklarını görüyoruz. 


"Hem günümüzde hem geçmişteki bütün avcı-toplayıcı gruplar ellerindeki kaynaklari ekosistemlerin kaldırabileceğinden daha fazla tüketmemek için topluluklarındaki insan sayısını bazı gelenekleri ile denetim altında tuttular. Bu geleneklerden biri ikizler, bedensel engelliler ve kız çocuklarının bir kısmı gibi belirli çocuk gruplarının öldürülmesiydi. Mesela Inuit topluluklari kız çocuklarının yüzde 40 ini öldürürdü, yaşlılarını terkedip, uzun sure bebeklerini emzirme yoluyla dogum kontrolu uygularlardi." S:38 


Diğer taraftan da romantik bir bakışla oluşturulmuş, hayvan ve bitkilerle tam uyumlu ve onlarin yasam alanlarina saygi duyan bir donem mit'inin de pek gerçek olmadığını görüyoruz. Sadece insanın değil hayvanların ve hatta bitkilerin dahi birbirilerinin yaşam alanlarını istila ettiğini biliyoruz. (Mesela kestane ağaçları yakınındaki diğer bitkilerin alanlarini istila eder). 


Tarıma geçişe her ne kadar devrim dense de aslında avcı-toplayıcılar da içinde yaşadıkları ortamda bazı bitkileri yoketmek suretiyle diğer bazı bitkilere alan açarak bir nevi ormana şekil vermeye başlamışlardı. Kısa vadeli de olsa toprağa, ormana yön verme eylemi tarım devrinden öncesinde de görülür. Özellikle bahçecilik tarım konusunda insana bir ön bilgi sağlamıştı. Yani aslında tarim bir devrim değil, yumuşak bir geçiş şeklinde olmuştur. Tarima geçildiginde de avcı-toplayıcı ritueller devam etmistir. Tarimla birlikte yerlesik hayat, ve devaminda önce malların ortak oluşu ve sonrasında doğan mülkiyet kavramı, tarım ile gelen ihtiyaç fazlası ürün sayesinde geçim ekonomisini birakip uzak coğrafyalara ticaret ile gelişen toprağa aşırı yüklenme, mono kultür ekim yöntemi, zenginlik ile gelen nüfus artışı, nüfusun artmasi ile doğan adaletsizlik, adaletsizlik ile gelen açlık, hastalıklar, kıtlıklar, bir süre sonra aşırı yüklenilen toprağın verimsizleşmesi ve ürün vermemesi ve çöküş!!!... 


Kitap ve aslında dünyanın çevresel tarihi bu döngünün sürekli kendini tekrar etmesini anlatıp duruyor. Sümerlerin mesela yokoluş hikayesinin toprakla, tarımla, çevreyle ne kadar doğrudan ilişki içinde olduğunu görüyoruz. Insanlarin yaptiği aynı hataların sonucu mesela yamyamlık dediğimiz olgunun 14., 17. Ve 19.yy larda bile ingiltere ve çevresinde dahi nasil gündem olduğunu görmek çok acı. Aynı döngüyü günümüzde artık lokal değil, küresel çapta yaşadığımızı bilmek, yani artik lokal yokoluşa değil, küresel bir yokoluşa sürüklendiğimizi tahmin etmek cok da zor degil. 


Roma imparatorlugu zamaninda anadoluda kereste elde etmek icin ormanlarin tüketildigi ve en azından suriye bölgesindeki ormanlari kurtarmak adına suriye ormanlarinda ağaç kesiminin yasaklanmasi gibi tarihi vakalar benzer sorunlarin tekrarlandığının göstergesi. Mesela Platon zamanında da ege bölgesinde toprağın günümüzle benzer sorunları olduğunu Platonun Critias kitabindan görebiliyoruz: 


" Eskiden varolanla karşılaştırıldığında, bugune kalanlar hasta bir adamın iskeleti gibi. Bütün ekinler ve yumuşak topraklar yokolup gitmiş ve geriye sadece toprağın çıplak iskeleti kalmış. Arıların yediği besinlerden başka hiçbirseyin kalmadığı dağlar var ama yakın zamanlara kadar bu dağlar ağaçlarla kaplıydı....Bir çok türde uzun ağaçlar dikiliydi. Hayvan sürüleri için sınırsız otlaklar vardı. Dahası Zeusun gönderdiği yıllık yağmurlar şimdiki gibi çıplak topraklardan akıp denize dökülmüyor, bu ağaçları daha da güzelleştiriyordu. Ağaçların toprağı derindi. Suyu tutup bu güçlü topraklarda biriktiriyor ve çeşitli bölgelere sayısız kaynak suyu ve çaylar halinde dağıtıyordu. Eskiden çeşmelerin olduğu yerlerde kalıntılar hala duruyor. "

S:93 


Sanayileşme döneminde ormanların tükenmesi ile kömüre geçildiginde mesela evsel enerji ihtiyacımızı karşılamak için kullanılan kömürün havayı nasıl kirlettigini okuyorsunuz. Gökyüzü kapkara olup ingilterede bir dönem güneşi hiç görmemelerine ve hatta çocuklarin çoğunda akciğer hastalıkları gelişmesine ragmen sanayi alaninda edinilen kâr baz alınarak kömür kullanımı konusunda uzun süre birşey yapılmaması insanı okurken kızdırıyor. Mesela 1960 lara kadar mavi balina avı konusunda tüm çevreci uyarilara rağmen avcılığın devam etmesi ve mavi balinarin nesli nihayet tukenince devlet bazinda sırf itibarlı ve çevreci görünmek için mavi balina avına kota getirilmesi insanı kızdıran ironik bir ayrıntı. 


"Çevre için yapılan her bir mücadele aslında menfaat grupları arasındaki bir iktidar mücadelesidir." Douglas R. Weiner 


"Devletler ancak ekonomik çıkarlarına karşı bir tehdit oluştuğunda çevredeki bozulmaya önleyici bir tedbir alırlar." Grove 


Günümüz kapitalist ekonominin doğayı artık küresel çapta ve çok daha hızlı tükettiği ve bunu yaparken ülkeler arası uygulanan adaletsizlikler konusunda o kadar çok alıntılanacak pasajlar var ki.... yazı çok uzadığı için onları da konuyla ilgilenen kişilerin kitabi okuyacaklarını tahmin ederek burda paylaşmıyorum.  


Dünya tarihini çevresel bir gözle okumadan bir çok olayın asıl motivasyonunu anlayamayız. Bunun gibi çevresel bir gözle yazılmış tarih kitaplarını okullarda özellikle okutmalıyız ki ayni hatalari yapmaya devam etmeyelim, bilinçlenelim ve kısa vadede edinecegi kâr ile geleceği talan etmeye razı olan güç sahibi insanlara karşı cıkacak gerekli gücü bulabilelim 


Herkese iyi okumalar

6 yorum:

  1. aklımda olsun bu kitaplar, ilgi duyduğum ve çeviri yaptığım konulardan biri çevre, ayrıntı yayınlarında da iyi kitaplar var :) murray bookhin yazarlardan bir tanesi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Son zamanlarda bu alan Turkiyede de gelişmeye başladı. Artık eskiye nazaran çok daha fazla yayım, çeviri vs. Bulabiliyoruz. Önümüzdeki ay çevresel tarih çalışmalarını tek bir çatıda toplayacak bir dernek de kurulmuş olacak galiba. Artık ekolojik dengeyi hesap dışı birakarak yasamaya devam edemeyiz. Sana da kolay gelsim çalışmalarında

      Sil
  2. çevre çöktükçe çökecek herhangi bir uygarlık kalmayacak ne yazık ki

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoşgeldiniz, tarih boyunca da yerel boyutta hep öyle olmuş zaten. Ama bu defa aynı hataları küresel çapta yapıyoruz. Ya yaşam şeklimizi değiştireceğiz, ya yeni gezegen bulacağız ya da kıyamet....

      Sil
  3. Çevresel Tarih kitabını okumuştum. Çok güzel yerlere değinilmişti. Ama diğer kitabı okumamıştım. Tavsiye için teşekkürler ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rica ederim, bereketli hayırlı okumalar size de

      Sil

Yorumlariniz icin