15 Mart 2020 Pazar

Monte Cristo Kontu, Duvar ve Kolera Günlerinde Ask

Bilgisayarım bozulduğu için uzun süre Bloga bir sey yazamamıştım. Sımdı ise mumkun oldukça gecmıse yönelik kaydetmek istediğim seyleri yazacağım. Öncelikle kaybetmek istemediğim yegane sey okuduğum kitaplar hakkında yazdığım yorumlarım. Bu yorumları sıra ile buraya kaydetmeye başlıyorum.

Simdiye kadar okuduğum Klasik kitaplar

Monte Kristo Kontu, Alexadre Dumas

Sonunda Fransiz yazar Alexandre Dumas'in 1056 sayfalık Monte Cristo Kontu'nu bitirebildim. Biz oglumla (10) es zamanli olarak klasikleri okuyoruz. O, kutuphaneden kısaltılmış versiyonunu almış ve hemen bitirmişti, ben ise orjinal versiyonunu ancak yaklaşık 1 ayda bitirebildim. Ha gözünüz korkmasın, eğer surekli eteğimi çekiştiren 4 çocuğum olmasa bir çırpıda bitirirdim çünkü bizim entrika dolu dizilerimize bir hayli benzeyen bir hikayesi var. Hikayeden daha çok kurgusunun çok başarılı inşaa edildiğini söylemeliyim çünkü eğer orjinali okumuyorsanız her sadelestirilmis versiyonda hikaye daha da değişik aktarılıyor. Mesela oğlumun okuduğu kitapta Dantes Mercedes ile evlenirken bir diğerinde ise son anda Mercedesin cocugu Dantesin çıkıyor. Oysa orjinal Kitapda Dantes Ali pasanin kizi Haydee ile evlenir.
Kitaptan faydalandigim bir diğer konu ise 19. Yüzyılda fransa, italya ve osmanlida toplumsal hayat hakkında verilen ipuçları oldu. Özellikle o dönem yaygın olan pozitivizm etkisi ile inşaa edilmiş kader anlayışı bu kıtabi klasik yapan ana unsur olmuştur diye tahmin ediyorum.
Önemli bulduğum bir kaç alinti:
“Kutsal kitapta şöyle yazıyor,” diye yanıt verdi Monte Kristo: ‘Babaların günahını üçüncü ve dördüncü kuşağa kadar çocuklar çeker.’ Tanrı bu sözleri peygamberine söylettiğine göre, ben neden Tanrıdan daha iyi olayım?” S: 1072
"Italya’da Adalet susarsa ona para ödenir, ama Fransa’da tam tersine Adalet konuşursa para ödenir." S: 540
"Doğulular! biliyor musunuz, yaşamayı bilenler sadece bu insanlar! Bana gelince,” diye ekledi genç adamın gözünden kaçmayan o garip gülümsemelerinden biriyle, “Paris’teki işlerimi bitirince Doğu’ya ölmeye gideceğim; eğer beni bulmak isterseniz, Kahire’ye, Bağdat’a ya da İsfahan’a gelmeniz gerekecek.” S: 357
“Herkesin hayatında bir kez başına gelen şey benim de başıma geldi, şeytan tarafından yeryüzünün en yüksek tepesine kaçırıldım; oraya varınca şeytan bana tüm dünyayı gösterdi ve daha önce İsa’ya söylediği gibi bana da şöyle dedi: ‘Söyle bakalım insanoğlu, bana tapmak için ne istersin?’ O zaman uzun uzun düşündüm, çünkü uzun süredir korkunç bir tutku içimi kemiriyordu; sonra ona yanıt verdim: ‘Dinle, her zaman Yazgı’dan söz edildiğini duydum, ama ne onu ne de ona benzeyen hiçbir şey görmedim, bu da bana onun var olmadığını düşündürdü; Yazgı olmak istiyorum, çünkü dünyada en güzel, en büyük ve en yüce bildiğim şey ödüllendirmek ve cezalandırmak.’ Şeytan başını eğdi ve içini çekti. ‘Yanılıyorsun,’ dedi, ‘Yazgı vardır; sadece sen onu görmüyorsun, çünkü Tanrı-’nın kızı olan Yazgı da babası gibi görünmezdir. Ona benzeyen hiçbir şey görmedin, çünkü Yazgı görünmez güçlerle hareket eder ve karanlık yollarda yürür; senin için tüm yapabileceğim seni bu Yazgı’nın görevlilerinden biri kılmak.’ Pazarlık yapılmıştı; burada belki ruhumu yitirecektim, ama ne önemi vardı,” dedi Monte Kristo, “pazarlık yeniden yapılacak olsaydı yine böyle davranırdım.” S:611
 

Kolera Günlerinde Ask, Gabriel Garcia Marquez
Uzun suredir ispanyolca edebiyatindan bir ornek okumak istesem de bir turlu nasip olmamisti. Kitap sayfalarinda espiri olsun diye paylasilan ve Corona gunlerinde okunacak ideal kitap basligi ile Gabriel Garcia Marquez'in "Kolera günlerinde ask" isimli kitabı dikkatimi çekti ve hemen okumaya başladım.

Yazarla belki de yanlış bır kıtabı aracılığı ıle tanıştım bilmiyorum ama keşke okumaz olaydım. 1980 lerde nobel ödülü almış olmasi aslında beni suphelendirmeliydi ki nobel ödülleri 3. dunya ülkelerine veriliyorsa yuzde 90 siyasi ya da toplumsal donusumu hedefleyen siparis icerikleri kullanan yazar ve kitaplara verilir. Bu kitap da Kolombiyalı bir yazar tarafindan yazıldığı halde nobel ödülü almış bir kitap. Içinde her türlü ensest, pedofili, sapkın vs... içerik allanıp pullaniyor ki anadoluda 80 yasinda adamların 14 yasinda çocuklarla evlenmesini protesto edenlerin nasıl olup da bu kıtabi şiddetli bir şekilde protesto etmedikleri ve hatta ideal ask olarak gördükleri anlaşılır gibi degil.

Size 70 yasındakı ana karakterin henüz resıt olmamış ve kendısıne emanet edılmıs yıgenı ıle uzun surelı ve gizli cınsel birliktelik yasadıgı ve daha sonra da bu kızın intihar ettiğini yazayım siz rezaletin mahiyetini anlayın. Eger bu sapıklık bir sekılde elestırılmıs olsa bu satırları yazmazdım ama bu ılıskı kıtapta normal ve saf ask olarak tasvır edılıyor.  Bu ornek kıtaptakı rezıllıklerden sadece biriydi, benim 4 tane kucuk cocugum var ve nasıl bilim icin cocuklar ustunde maddi deneyler yapılmasına karsı ısem aynı sekılde sanat ıcın de cocukların kullanılmasına kesınlıkle karsıyım. Yani hıckımse cıkıp sanat mefhumunu kullanarak bu satırları savunmasın. Cocuklar her turlu insani malzemenın ustundedır ve onların masumıyetıne DOKUNULAMAZ.

Yaklasik 400 sayfa boyunca ask ve sevgi adina hic birşey bulamayacaginiz bir kitap. Başladigim bir kitabi yarıda bırakmaktan rahatsız oldugum için zar zor bitirebildim kıtabi. Yazarın dıger kıtapları belkı farklıdır ama bu kıtabın kesinlikle okunmasini tavsiye etmiyorum.


Duvar, Marlen Haushofer

1963 de yazılan ve daha sonra filmi de çekilen Avusturya klasiklerinden Duvar kitabi 2. Dunya savaşı sonrası soğuk savaşın güvensiz ortamında kimyasal ya da biyolojik bir saldırı sonucu tum canliligin yok oldugu bir distopyadır ve sadece duvarın içinde hayat vardır. Avusturyanin bir dağ evinde şeffaf bir duvar aracılığı ile saldırıdan kurtulmuş olan karakterin iceride bulunan ekosistemin yardimiyla duvarın diğer tarafına geçemeden yaşamasını anlatır. Insanin hayatta kalmak icin hayatını kurtaran duvarın kölesi olması. Ana karakterin kadın olması ve ıçerde bulunan delirmiş bir erkeği öldürmesiyle dünyayı bu hale erkeklerin getirdigi ve kadınların hayat veren yaklaşımını tasvir ettiği için yazarın ölümünden sonra feministler tarafindan popülarize edilmiştir.

Günümuz Corona karantinasinda evden çıkamadan yaşayan bizlerin de içinde bulunduğumuz durumdan dolayı empati kurabileceğimiz bir kurgu. Kapımızın önünde bir duvar olsa ve evden çıkamazsak ne olur!

Kitapta felsefi olarak bir çok çıkarım yapılabileceği için beğendim ve okunmasini tavsiye ederim ama yazar kitabı sanki bilerek yarıda bırakmış gibi keza başarısız bir final ile bitiyor.

Kitaptan bir alinti:

Dünyanın herhangi bir yerinde hâlâ dergilerin var olacağını düşünemiyorum bile. Ama aslında neden olmasın ki? Felaket Belucistan’da yaşansaydı, hiç etkilenmeden kafelerimizde oturup gazetelerden buna ilişkin haberleri okuyacaktık. Bugün biz Belucistan’ız, nerede olduğu bile pek bilinmeyen, çok uzak, yabancı bir ülke, muhtemelen gerçek insan bile olmayan insanların yaşadığı, gelişmemiş ve acılar karşısında kırılgan bir ülke; yabancı gazetelerde rakamlar ve numaralar. İnsanın huzurunu bozmasını gerektirecek bir neden değil.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlariniz icin